ATATÜRK, Bu Milleti, Allah’ın yardımı ile yok olmaktan kurtaranlara “Baş Olma Şerefine Layık görülen” Milletin Büyük bir Evladıdır. Her Vatandaş; “-- Kurtuluş Savaşına Baş Olabilecek İkinci bir Kişi Var mıydı?” Sorusunu içtenlikle Düşünüp Cevaplamalıdır. Asırlardır İslam’ı Çıkar içim Kullananlar; bu “Kullanma yollarını kapatan” Atatürk’e Düşman olmuşlardır. Düşmanlıklarını Mertçe Savunmak yerine, O’na Münafıkça, “Din Düşmanı” İftirasını yapmışlardır. Ve Acı olanı, küçümsenemeyecek bir kitleyi buna İnandırmışlardır.
Atatürk, sadece “Dine Saygılı” bir Lider değildir. İslam Tarihi boyunca, İslam’a Gerçek Anlamda Hizmet eden Üç-Dört Liderden biridir.Ortaya konulan sorular üzerinde Samimiyetle Düşünenler, bu Gerçeği göreceklerdir.
------------------------------
NOT: KAYNAKLAR: [k1] [k2] [k3]… olarak gösterilmiştir.[k2.28] İfadesi, Kaynak [k2] Sayfa:28 Anlamındadır.
DİPNOTLAR: [1] [2] [3] … Şeklinde gösterilmiştir.
------------------------------
Sanırım, konuya şu açılardan bakılması uygun olacaktır.
-- O günlerin; Dini yaşam ortamı, Din bilinci nasıldı?
-- İslam aydınları ne durumda idi?
-- Atatürk; Ne yapmak istedi? Ne yapabildi? Ne yapmalıydı?
Ve en hayati soru:
-- Bir İslam ülkesi işgale uğrarsa, Ülkenin Emirinin ve Halkının yapması gereken nedir?
Son sorunun cevabı tek ve kesindir.
-- Maddi Manevi Tüm Olanaklarını kullanarak ve Allah’a güvenerek, Ülkeyi kurtarmak için Savaş vermektir..
İşte Mustafa Kemal’de bunu yaptı. Ya Ülkenin Emiri / Halifesi ve Dini en yüksek noktada temsil edenler Ne yaptılar…? İşgal kuvvetleri ile birlikte, bu Kutsal Savaşa “İSYAN” dediler. Ve İsyanın elebaşları için, yani Mustafa Kemal ve Arkadaşları için, İdam Fetvaları verdiler. Onlara karşı Halkı İsyana teşvik ettiler.
KURTULUŞ SAVAŞI VERENLERE İDAM FETVASI ve KARŞI FETVA
Vahdettin’in İzmir’in işgalinden sonra, İzmir valisi Kambur İzzet'e çektiği telgraf:
" Yunanlılar dostumuz olup bize yardıma gelecekler. Medeni insanlar. Onlara her türlü yardımı yapınız"
Fetvayı, Eski Şeyhülİslam Mustafa Sabri kaleme almış, Şeyhülislâm Haydarizade İbrahim Efendi haksız bularak imzalamayıp istifa etmiş, yerine getirilen Dürrizade Abdullah Efendi imzalamıştır. Vahidettin’in "Hatt-ı Hümayun"u ve hükümetin bir bildirisiyle”, birlikte 5 Nisan1920 günü yayımlanıp Anadolu'da da İngiliz uçaklarıyla dağıtılmıştır Bu "Fetvây-i Şerife(!?)"ye göre, özetle;
İslam halifesi Vahidettin Dünya nizamının sebebidir(!?)
Kurtuluş Savaşı veren Mustafa Kemal ve Arkadaşları ise; Padişahın sadık tebasını hileler ve tezvirler ile kandıran ve yoldan çıkaran; Padişahın yüksek emirleri olmadan ahaliden asker toplayan, askerî iaşe ve teçhiz bahanesiyle baskı ve işkencelerle halkın mallarını yağmalayan, Tanrı'nın kullarına zulmeden, bazı köyleri ve bölgeleri hücum ile tahrip eden, nice masumları katleden, yüksek halifelik makamına ihanet eden, halkı fitneye fesada sevk eden … Şerir Şahıslardır. Eşkıyalardır. Bunların kötülüklerinden memleketi ve Halkı kurtarmak vacip olup gerekirse kitle halinde öldürülmeleri meşru ve farzdır. Halkın Adil(!?) halifemiz Vahidettin Han Hazretlerinin çevresi etrafında toplanıp bunlarla çarpışması Vaciptir Halife Hazretleri tarafından adı geçen eşkıya ile çarpışmakla görevlendirilen askerler çarpışmaktan kaçınır ve firar eylerlerse asi olur büyük günaha girerler şiddetle cezalandırılmaları hak olur. Halifenin askerleri eşkıyayı katlederse gazi, eşkıya tarafından katledilenler Şehit ve Şefaate nail olurlar.
Yurtsever ve Gerçek Din Adamları, Ankara Müftüsü M. Rıfat (Börekçi) Efendi ve 153 Müftü, bu ihanet Fetvasına karşı Fetva yayınladılar. Fetvalarında Özetle;
“...savaşan ve dini vazifesini yerine getiren İslam halkına karşı düşman tarafını tutarak İslamlar arasında fitne çıkararak silah kullanan Müslümanlar şeriatça günahların en büyüğünü işlemiş ve fesada yönelmiş olurlar.
Bu suretle düşman devletlerinin zorlamaları ve kandırmalarıyla olaylara ve gerçeklere aykırı olarak çıkarılmış bulunan fetvalar İslam halkı için şeriatça muteber olmazlar …” denilmektedir.
Bu Fetvaları, İmzalayan - İmzalamayan Din Adamlarını, Din Adamlığı Noktalarından Düşünmemiz gerekiyor…?
İslam’ı, şu ya da bu sebeple çıkarına kullanmak isteyenler, bu yazının muhatabı değildir. Onların Atatürk’ü kötülemek için, -çıkarlarına engel olunması gibi, kendi açılarından(!?) tutarlı olan- nedenleri vardır. Bunun dışında, Kuran’a içtenlikle inanan fakat Atatürk’ü Din düşmanı olarak niteleyenlere bir sözüm var.
-- Hiç olmazsa, bu tarihteki Mustafa Kemali değerlendirirken; aynı kara boyaya batırmama dürüstlüğünü gösterin!
İSLAM’IN DÜŞÜRÜLDÜĞÜ ZAVALLI DURUM :
Yukarıdaki İhanet Fetvası; Devleti yönetenlerinde, İslam’ı Tepe Noktada temsil eden Din Adamlarının da “Ulusa, Yurda ve İslam’a” Nasıl bir ihanet ve kötülük yaptıklarını ve İslam’ı ne duruma düşürdüklerini gözler önüne seren yeterli bir örnektir. Yine de bazı örneklere daha bakalım.
-- Medreseler; asker kaçaklarının sığınağı haline gelmiş. Disiplin ve eğitim düzeyi diye bir şey kalmamış.
-- Siyasi otorite, Din alimleri(!) görünümündeki madrabazların oyuncağı durumuna düşmüştür.
Abdülhamit, Cinci Hoca denen, Seyh(?) Ebül-Hüda ve Oğlu Hasan Mukbil’e Ula rutbesi veriyor, servete boğuyor, 22 yaşındaki oğlu Devlet şurası azası oluyor. Onun en yakın sırdaşı ve her etkiyi yapacak konuma geliyor. Şeyhülislam; Ona, ancak “Biraz tedbirli olması” ricasında bulunabiliyor. [k1.111]
-- 31 Martın Baş kışkırtıcısı, İttihat ve terakkicilikten dönme, Derviş Vahdeti; “İttihadı Muhammedi Cemiyeti” kuruyor, tüzüğün 1. maddesi: -küstahlığın boyutuna bakın(!)- “Cemiyetin reisi, Hazret-i Muhammed Mustafa (sav) dir” [k1.370] Kimse ne yaptığını soramıyor.
-- Abdülhamit’in -en azından- göz yumması ile İsyan başlıyor, İsyanın ilk günü, Asilerin sorumlu tutulmayacağı konusunda ferman açıklanıyor, yetmiyor. Şeyhülislam, Vahdeti’ye, ancak, “İşte Ferman, bütün arzularınız yerine getirildi...” deyip, ancak vebalin büyüklüğünü hatırlatabiliyor. [k1.59,65] Buyurun Fermana [1]
-- Bu durum; Kışkırttığı cemaatle, tiyatro basan imamların devamı sayılabilecek, Şeyhine çocuğunu kurban eden zavallılarla günümüzde kadar uzanmaktadır.
İSLAM AYDINLARI :
Önce şu ayırımı yapmalıyız:
1- Aydın görünümündeki sahtekarlar.
2- Bilinçli olarak İslam’ı çıkarına kullananlar.
3- Namuslu fakat “İslam’ın Lehinde gibi görünen” hiçbir şeyi, Akıl ve Kuran’la karşılaştırma cesaretini göstermeden, olduğu gibi kabul edenler.
Bu üç gurubun da İslam’a zararı, açıktan İslam düşmanı olanlardan çok daha büyük olmuştur.
M. Kemal için idam fetvası yazan; Sonra Mısıra kaçan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi; “Kuran’ın tercüme edilebileceği ve tercümenin Namazda okunabileceğini” savunan Mısırlı Din adamları; Şeyh Muhammed Abduh, Tantavi ve Cami-ül-Ezher Başkanı Meragi’ye karşı, “Tercüme edilemez” savaşı vermiştir. Beyrut ta bastırdığı kitabında, Türkiye ve Milli Mücadele hakkında; “Dinimize dokunmayan(!) bir devletin idaresine girmek, bunların idaresine girmekten daha ehvendir.”gibi ağır ifadeler kullanmıştır.[k2.151]
Akif’in Çevirisinin yakılmasına, “… AKİF” ara Başlığında dönülecektir.
O güne kadar yazılan en iyi Kuran çevirisi olduğu kanısında olduğum; Akif’in bu çevirisinin, 1961 de Mısır da yakılması şerefi(!) Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendinin oğlu, “ilmi seviyesi diğer faziletleriyle saygıdeğer bir insan”(!) olan, Prof. İbrahim Sabri Beye nasip olmuştur. Bunu, olayın tanıklarından, 1953’te el-Ezher’de tahsil için Mısıra giden İsmail Hakkı ŞENGÜLER’in yazısından öğreniyoruz. Yazıyı okurken kendinizi, eliniz ayağınız bağlı, bir çocuğun öldürülmesini izlemeye mahkum edilmiş gibi hissediyorsunuz. Zannediyorum, yakan kişi de, besili bir kuzu yakalayan aç Kurdun duygularını hissetmiştir.[k3]
Ve aynı zamanda şair olan İ.Sabri bey; bu Zaferi şu dörtlükle taçlandırıyor(?)
“Yakılan Tercüme: ( O bir eserdi ki yangın denilse layıktı / Eğer kalsaydı yakar kül ederdi imanı / O bir ateşti ki sönmezdi etmeden ihrak / Yakıldı, sönmesi kurtardı nass-ı Kuran’ı )
Örneklere devam etmeye gerek var mı?
NAMUSLU AYDINLAR:
Merhum M. Hamdi YAZIR, Ahmet NAİM, Kamil MİRAS.... İslam’a saygısından kimsenin şüphe edemeyeceği Muhterem kişilerdir.
-- Merhum Yazır, Tefsirine; “Kuranı Türkçe ye çeviririm diyenler yalan söylemiş olurlar” diye başlıyor. Arapça’yı övüyor: “Arapça da ‘üzn’ ile ‘semi’ ve ‘semia’; ‘ayn’ ile ‘basar’ pek güzel temyiz ve tefrik edilmiştir. Lakin Türkçemiz de hem ‘üzn’e ve hem ‘semia’ya sadece ‘kulak’ dediğimiz gibi, ‘ayn’ ile ‘basar’ı ayırmayarak ikisine de ‘göz’ deriz....” diyorlar. Merhum Kulak / İşitme, Göz / Görme ayrımını bilmiyor mu(?) “Gök yerine Arapça ‘Sema’yı tercih ettim... (Gök ve Yer yerine) Semavat-ü arz demek daha hoşuma gitti ... (Güneş ve Ay demek yerine) Şems-ü kameri tercih ettim...” diyorlar. (C.1 Mukaddime 9-11) Netice: Arapça dan – Arapçaya bir çeviri çıkıyor ortaya.
-- Merhum Naim’in, S. Buhari C.1 Dibace S.4 de İmam Buhari için aktardığı, İmam Buhari’yi öven olay:
“Bir kitabı ezbere alması için ..bir kere bakması kafi idi” “Bir defa bir çok zevat ile bir şeyhi dinliyorlarmış.” Şeyhin anlattığı “Onbeşbin den ziyade hadis’i ezbere, o kadar güzel okumuş ki (dinlerken) Yazan iki kişi yanlışlarını ondan düzeltmiş(!)” Bir bakışta, “Bir kitabı ezbere alacak” Zehir gibi bir Hafızası olduğunu(?) kabul edelim. Söz konusu olay, bir-kaç saatlik sohbet olabilir. 8 saat olduğunu var sayalım. 15000 Hadis, 4000-5000 sayfalık, bilgidir. 500’er sayfalık 8-10 cilt kitap demektir. Bu süre içinde bu bilgi, Nasıl Anlatılır? Nasıl okunur? Nasıl yazılır?
-- Merhum Naim ve Miras; Uydurma olduğu sırıtan birçok hadisi, örneğin Miraç Hadisini, bir eleştiri bile yapmadan Sahihi Buhari’ye almıştır. Merhum Yazır bu hadisi aynen Nur/31 Ayetinin tefsirine almıştır.
** “Düşünmez misiniz? Aklınızı kullanmaz mısınız?” anlamındaki Sorular ve “Düşünün, Aklınızı kullanın” anlamındaki Emirler pek çok Ayette tekrarlanır. Yani, Kişinin / Toplumun Aklını Kullanması, Kuran’ın emridir.
Bu Büyük Alimlerin, bu Emirlerden haberi yok mu? Bu Uydurmaları alırken, bu Emirlere Neden Uymadılar? Ya da Nasıl uydular? Hadisler ve Uydurmalar konusu bir yazımızda [2] detaylı olarak işlenmiştir.
VE… MEHMED AKİF :
İstiklal Marşımızın Şairi AKİF’in Tarihimizde, çok özel bir yeri vardır.
Yaşadığı dönem, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk söz konusu olduğunda; Akif, büyük bir Şair, Aydın bir Din Bilgini olmasının yanında; Halka Cami kürsülerinden Kurtuluş Savaşını anlatan, [3] Savaştan sonra, bir Devrim olarak; TBMM ve Atatürk tarafından, “Kuran’ın Mealini en iyi yazabilecek Kişi olarak” görev verilen Kişidir.
Akif, bazı eserler yazmak düşüncesinde olduğundan, teklifi önce kabul etmek istemedi kıramayacağı kişilerin araya konulması ile kabul etti. [k5. 51-55,12,126,140]
Çok farklı Düşüncelere sahip olanlar; Akif’i “Kendi Yanlarında”; Bazı Devrimciler(!?) de “Karşılarında” göstermek isterler. Bunların çoğunun, “Objektif ve İçten” davrandıkları söylenemez. Yalandan İftiraya, “Belge Uydurmaya” kadar, Tenezzül etmedikleri şey kalmamıştır.
Bilhassa, Atatürk’ü karalamak, “Din Düşmanı” göstermek için Akif’i alet etmişlerdir. Acı olanı, en yakınında olanlar, onu sağlığında sömürdükleri gibi; ona İftira ederek, onun adına Yalanlar söyleyerek öldükten sonra da sömürmeye, devam etmişlerdir. “1925’te, Şapka devrimi nedeni ile Mısıra kaçtı; Atatürk, Kuran’ın Orijinalini kaldırarak yerine Akif’in Mealini koyacaktı, Akif bunu öğrenince deliye döndü. Mealini vermedi. Yaktırdı.” uydurulan yalanlardan sadece ikisidir. [4] Bu, Akif’in Mısıra 3. gidişidir. Nedeni, aldığı görevi yapmaktır.
Bu Yalancıların, “Gerçek Müslüman İftira eder mi?” ve benzeri soruları düşündüklerini hiç sanmıyorum.
Akif, bir mektubunda; “… Mısır’da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi İnsanlık da Türkiye de, Milliyetçilik de Türkiye de, Müslümanlık da Türkiye de, Hürriyetçilik de Türkiye de. Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp Ona (Mustafa Kemale) versin” [k7]
Bu samimi ifade, bütün bu Yalanları, İftiraları sahiplerinin suratlarına çarpmaya yeterlidir.
Akif’e göre; İslam Toplumları Cahildir. Dil iki mukaddes şeyden biridir. Seçkinler için yazmak yerine, Halk için yazılmalıdır. Müslüman hukukunu korumaya çalışmak asırlarca nafileden üstündür. Cehaletimiz yüzünden Dini bu hale getirdik, Din de bizi bu hale getirdi. M. İKBAL’e ve M. ABDUH’a hayrandır. [k4.91,87] [k5. 31,111,55,82,54]
“Ulu Hakan(!?) Abdülhamit Hanı” Sevenler Akif’i de Severler(?) Akif’in;
** “Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler / Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer” (1966 baskı s:402)
** “Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se / Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e” /
Gölgesinden korkup bağıran ödlek, / Korkuttu bizi otuzüç yıl şeriat diyerek.
Şiirlerini okuduktan sonra, bu İki Sevginin “bir Kafada” olması Nasıl Açıklanabilir?
Akif, "Kafası gavur kalbi Müslüman" nesillere ihtiyaç olduğunu söyleyecek Fikirde ve Cesarette olan bir kişidir. “Batı kafası ile düşünen Müslüman özleminin” Güzel bir ifadesidir. Demokrat bir aile babasıdır. 1925-35 yıllarında Eşinin ve kızının başları açıktır. Kızı Suat'a, Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım'dan resim dersleri aldırmıştır. 1936’da (öldüğü yıl) Emine Abbas Hanım'a yazdığı mektupta "Paris'teyken dünyanın en büyük sanatkarlarını dinlediniz. Ne mutlu size. Bendeniz son zamanlarda hanende musikisinden adeta iğrenir gibi oldum". diyebilmiştir. [5] Akif’i; çağdaşlarının önünde bir İslam aydını sayabiliriz.
Bu yazının daha önce yayınlanan şeklinde;
[Hilafetin kaldırılması; Anayasadan, “Devletin Dini İslam’dır” hükmünün çıkarılması, Arap harfleri yerine Latin harflerinin alınması gibi devrimler, belki, “Akif’in kabul sınırının üstünde olan şeyler” olabilir.]
ifadesini kullanmıştım. Akif’e haksızlık ettiğimi düşünüyorum.
“Her inanan tarafından, anlayarak okunması”, Kuranın önde gelen emirlerindendir. Lisanı Arapça olmayan toplumlar; çevirisinden okuma-anlama durumundalar. Akif, Bu gerçeği çok iyi bilecek konumdadır.
Evet! Çok titiz davranmıştır. “Tamam” dediği noktalarda, tekrar kontrol etmiş, yeni değişiklikler yapmıştır. Bir türlü içine sindirememiştir. Her şeye rağmen; Ulusunun kendinden beklediği bu hizmeti ona vermemesi; Bence Akif’in hayatında yaptığı en büyük hatasıdır. Ulusuna ve Dinine yapacağı, bu büyük hizmet karşısında; -vebalde olsa- yüklenmeyi göze almalıydı. Sanırım ikinci büyük hatayı, çevresini seçmede yapmıştır.
Bu durumda; “Akif, Meali Neden Vermedi…?” Sorusuna Cevap Aramak durumundayız.
Yukarıda da açıklandığı gibi; Tekrar-tekrar düzeltmeler yapmış, içine sindirememiştir. Bu, daha fazla zamana ihtiyaç duyulduğu anlamına gelir. Bir noktadan sonra, kendisini daha fazla “Bağlı görmek” istememiş olabilir.
-- Diğer bir neden; Akif’in gönderdiği örnek çevirilere; Yazır; “Sade güzel fakat ...cezalet zayıf” diye Cevap veriyor. Ayrıca sert eleştirileri de oluyor. Bu Cevap –ve ulaştı ise- eleştirileri Akif’i ne ölçüde ve nasıl etkilemiştir? Bölüm-bölüm yazılan Meallerin, “Yazır’a ulaştırılması gereği” de dikkate alındığında; “Birlikte Çalışmanın Anlamsızlığı” kanısına varmış olabilir. Bu durum, Üzerinde durulmayan mühim bir noktadır.
ATATÜRK’ÜN MEAL’E ULAŞMA ÇABALARI…
Atatürk, Akif’in yazdığı Meali vermesi için, tüm çabaları göstermiştir.
Atatürk’ün istemi üzerine; Kazım TAŞKENT'in tercümeyi bulmak için Mısır'a gönderdiği adam Akif'in tercümeyi emanet ettiği Mısırlıyı bulmuş, ancak Mısırlı onu yaktığını söylemiştir.
Atatürk, haberi inandırıcı bulmamış, Hakkı Tarık US'u Mehmet Akif'le görüşmeye göndermiştir. US, Akif'e gidip, "Atatürk'ün tercümeyi istediğini" söyleyince Akif yaptığı tercümeleri Mısır'da birisine verdiğini, onun da başka birine verdiğini, ancak zaten yaptığı tercümeyi beğenmediğini, eğer iyileşirse yeniden bir cüz yaparak onu Atatürk'e takdim edeceğini, Atatürk beğenirse tercümeye devam edeceğini belirtmiştir. Hakkı Tarık Us, bütün ısrarlarına rağmen mevcut tercümenin nerde ve kimde olduğunu öğrenememiştir.
Atatürk, Akif'in 1936 yılına kadar tercümeyi bitirip kendisine teslim edeceğini düşünmüştür. Ancak bu beklentisi sonuçsuz kalmıştır. Bu durum Atatürk'ün Akif'e kırılmasına neden olmuştur. [k8]
Akif’le doğrudan konuşma durumu da olmadığına göre, “Atatürk'ün Akif'e kırılmasına haksızdı” diyebilir miyiz?
ATATÜRK ve ANA DİLDE İBADET…!
“ATATÜRK, Kuran’ın Orijinalini kaldırarak yerine AKİF’in Mealini koyacaktı…(?)”
Bu ifade de -azından- “Utanmazca” diyebileceğimiz, Üç boyutlu bir iftira vardır.
1-- “Kuran’ın Orijinalini kaldıracaktı…!” Atatürk’ün, “Aklından bile geçmesi imkansız olan” bir şeydir. Bırakın gerçek İslam Ahlakını, “İnsanlıktan Nasibi olabilen bir Kişi” bu iftirayı yapamaz!
2-- “Namazda Akif’in Meali okunacaktı!” Atatürk, Tüm Devrimlerinde, Önce “Ortam’ın Hazırlanmasına” büyük önem vermiştir. 1932 Ramazanında, bazı camilerde, Mukabelede okunan Ayetlerin (Cemil Said’in tercümesinden) Türkçeleri de okunmuştur. Halkın büyük ilgisi ile karşılanmıştır. “Neden Meali de okunuyor” dan çok, “Mealin Hatalı olduğu” eleştirileri etkili olmuştur. Sonraki yıllar devam edilmemiştir. Sonuç; Ortam hazır değildi. Dolayısı ile, “Namazda Meal okunması” söz konusu değildi. Ama, Akif’in Meali elde olsaydı, bu yol kısalabilirdi.
3—Atatürk, “İbadet’in Ana Dil ile yapılmasını Düşünüyor mu idi…?”
Bu Soruya, Gönül Rahatlığı ile “Evet” Cevabı verebiliriz.
Bu Noktada, “Dinin Temeline Dinamit Koyan Kimdir…?” Sorusunun Gerçek Cevabını bulmamız gerekiyor…
-- Atatürk’e “Din Düşmanı” İftirasını atan, “Atatürk Düşmanlarının” iddia ettikleri gibi; “Atatürk mü?” yoksa “Bu İftirayı Atanlar mı?” Bu Sorunun Cevabı, Aşağıdaki Sorunun Cevabı ile Aynıdır.
-- İbadetin; Anlamadan Ezbere okunan, Bilmediğin bir Dille Yapılası mı? Yoksa, Anlayarak, Ana Dilinle Yapılması mı Doğrudur…?
Kesin Cevap; “Anlayarak, Ana Dilinle Yapılması doğrudur”
Buna; Kuran, Eski Fıkıh, Akıl-Mantık Açısından Hiçbir Engel Yoktur.
Detaylı Cevap, “ANA DİLDE İBADET” [k9] Yazımızda verilmiştir.
Tarih boyunca olduğu gibi; Dinin Temeline Dinamit Koyan” İslam’ı Çıkarı için kullanan, Yalancı İftiracılardır.
Bu Noktada, Teslim etmek Zorunda olduğumuz gerçek;
-- Atatürk; Kuran’daki Gerçek İslam’ı Çağının / Ülkesinin, İleri Görüşlü Din Adamlarından daha İyi Görebilmiştir
Fakat yapılası gerekenleri, “Onların Eli İle” Yapmak Zorundadır.
“Namuslu Aydınlar” Ara Başlığında, Yazır’ın ve Naim’in Yazdıklarını düşünün…
Bundan Sonraki Başlıklarda, yazılanları değerlendirirken, tüm bunları göz önünde tutmak zorundayız.
ATATÜRK NE YAPMAK İSTEDİ ?
Çoğumuzun; bu gün bile görmekte zorluk çektiğimiz, birçok şeyi; O, o günden görmüştü.
İslam’ın zavallı bir duruma düşürüldüğünü; Bu durumda, toplumun sömürülmesinin çok kolay, ilerlemesinin çok zor olduğunu; Çaresinin, Dinin arındırılması ve halk tarafından, aracısız anlaşılması olduğunu görmüştü.
Bunun yolu nedir? Ulusunun, Dininin Ana Kitabını kendi Dili ile okuması; ibadetini kendi Dili ile yapması; aracıların ve engellerin temizlenmesidir. Tarihte, hiçbir devrim, tek başına, lideri tarafından yapılmamıştır. En azından, Davaya / Devrime ve/veya Lidere inanan -küçükte olsa- bir kadroya ihtiyaç vardır.
İnanan bir Kadro var mıydı? Engeller Nelerdi?
Bu kadroyu oluşturacak, işin ehli, namuslu aydınlar; konuya çok çekingen ve dar bir açıdan bakıyorlardı. Bu, kaldırılması çok güç olan bir iç engeldi. Karşı engeller ise sayılamayacak kadar çoktu. Bu öze dönüş devriminin yapılması için; “İslami Kurum” gibi görünen, Hilafet, Medreseler vb. kurumların kaldırılması; İslam’ı çıkarı için kullanan, sahte Din adamı ve siyasetçinin İslam’dan el çektirilmesi gerekiyordu. Bunun açık anlamı ise; bu Kurum ve Kişilerin Çıkarlarına engel olunması demektir. İşte, bunun tepkisidir, M. Kemal’e “Din düşmanı” karasının çalınmasının kökeninde yatan neden.
NE YAPABİLDİ ?
Bu Soru Çerçevesinde, Toplum ve İslam Açısından baktığımızda;
-- Kurtuluş Savaşı yapılmasa idi? Ya da Kazanılamasa idi? Bu Vatan / Millet Ne Durumlarda olurdu?
-- Bu Örnek olmasaydı, Diğer İslam Toplumları Bağımsızlıklarını kazanabilirler mi idi?
-- Bir Din olarak “İslam” Ne Durumlarda olurdu?
-- M. Kemal’den başka, “Kurtuluş Savaşına Baş Olabilecek” İkinci bir İsim Var mıydı?
Vicdan Sahibi olan her Yurttaş, bu Sorular Üzerinde Düşünmek ve Samimi Cevaplarını vermek zorundadır.
İslam Toplum(!)larından bazıları, Kirli Şahsi hesapları için, “Bağımsızlıklarını” kendi elleri ile Yabancılara Peşkeş çekmişse, Biz de bu noktanın sınırına gelmiş isek? Bu İhanetin suçu ne İslam’ındır Ne de Atatürk’ündür
Sadece İslam Açısından baktığımızda;
Akif’in çevirisinin halka sunulamaması çok büyük bir kayıp olmuştur. Atatürk bu konuda elinden gelen her çabayı göstermiştir. Ancak şükran ve taktirle karşılanması gereken bu çabalara karşın, her türlü karalama ve (Arapça aslını kaldıracaktı…)ya varan, çirkin iftiralar yapılmıştır. Kuran’a çıkarsız inanıyorum diyen kişilerin tarihin bu sayfalarını; objektif bir bakışla ve ibretle incelenesi gerekir.
Yazır’ın eserinin tefsir olarak değeri ayrı bir konu. Ki bu noktada da –Nur31 tefsirinde olduğu gibi- işin özü yönünden eleştirilecek noktaları vardır. Arapça, Osmanlıca ve birazda Türkçe karışımı olan çevirinin, Toplum tarafından anlaşıldığı, Sadeleştirme yapılıncaya ve alternatif eserler yayınlanıncaya kadar, halka fazla bir şey verdiği kanısında değilim.
Dili, Yazır’ın eserine göre daha sade olan, “Sahihi Buharı / Tecrid-i Sarih” deki hadislerin, gelenekçi kabule göre: her ne kadar “Tümü Sahih” ise de; Akıl ve Kuran’a göre bir eleme yapılsa; “Anlam olarak Peygamberimiz tarafından ifade edilmiş olabilir” denilebilecek olanlar; iyimser varsayıma göre, 12 Ciltten 2 Cilde inebilirdi.
Bilinenlerin tekrarı: Kuran Çeviri /Tefsiri ve Sahih-i Buhari’nin yayınlanması; Kurum olarak; Hilafet ve Medreselerin kaldırılması; yasal düzenleme olarak, Anayasadan, “Devletin Dini İslam’dır” hükmünün çıkarılması, Arap harfleri yerine Latin kökenli yeni Türk harflerin alınması, Laiklik ilkesinin kabulü... Bunlar –çoğu gereksiz olarak- hala tartışılan konulardır.
HATASI YOK MU?
Hatasız kul olmaz. Elbette M. Kemal’in de hataları vardır. Fakat biraz vicdanı olan kişi, eğer bakar kör değilse; Bu karalamalar ve iftiralar içinde gösterilen kişinin; M. Kemal olmadığını kabul eder. “hala tartışılan konular” dediğimiz eylemlerin, yöntemlerinde, hatalar yapılmış olabilir. 1932 Ramazanında, eldeki çevirilerin hatalı olduğu anlaşılınca; Camilerde Kuran çevirisi okutma işini ertelemiştir.
M. KEMAL’İN DİNE SAYGISI
M. Kemal’in “Dindar olduğu” gibi bir iddiamız yoktur. Böyle bir iddianın anlamı da yoktur.
M. Kemal’in, “Dine-İslam’a Saygısı”; Gerçek İslam Açısından Bakıldığında; Dindar görülenlerin saygısının çok üstünde olduğu söylenebilir. En azından şu nokta göz ardı edilemez. M. Kemal; Her şeyden önce; Toplumların “Dinsiz Yaşayamayacağının” bilincindedir. Topluma / Milletine saygının bir uzantısı olarak, Toplum hayatının “Vazgeçilmez Unsuru olan”; Dine de saygılıdır. Burada bir noktanın altının çizilmesi gerekiyor... M. Kemalin “Saygılı olduğu İslam” Yozlaştırılmamış ve “Akıl” denen ayakları üzerinde duran, Akla büyük değer veren, [Kuran’daki Gerçek İslam’dır]. Bu açıdan bakıldığında; M. Kemal için, Dinin arılaşmasının ne kadar önemli olduğu anlaşılır.. “Batmak üzere olan bir gemide olsanız, herhalde, yetiş Gazi demezsiniz. Allah dersiniz. Bundan tabii ne olabilir” sözü bu düşüncenin tabii bir ifadesidir. [k6.34,35]
Girişte de ifade edildiği gibi, “Atatürk, sadece “Dine Saygılı” bir Lider değildir. İslam Tarihi boyunca, İslam’a Gerçek Anlamda Hizmet eden Üç-Dört Liderden biridir.”
“Milletimiz Dil ve Din gibi, kuvvetli iki fazilete maliktir. Hiç bir kuvvet, Milletimizin kalbinden, bu faziletleri çekip alamamıştır ve alamaz” görüşündedir. [k6](s.34)
M. Kemale göre: İslam peygamberi, Allah’ın birinci ve büyük kuludur. Bedir savaşını ve komutanını taktir eder. Mihrab, cehlin elinden alıp, ehlinin eline verilmelidir. Zağnos paşa camiinde okuduğu hutbede, halkın sorunlarının hutbelerde ele alınmasını öğütler, cemaatten sorularını alır. [k6. 24,27,51]
(19) Kodu Ve M. KEMAL :
Diğer İslam ülkelerinin kurtuluşlarına da yol açan; Bu ülkenin Kutsal Kurtuluş savaşına Baş olma şerefini Allah, M. Kemal’e nasip etmiştir. Kurtuluş savaşına, İdam fetvası verme zilletini ise; “Allah’ın gölgesi” ve “Halife-i Resul-ullah” olduğu iddiasındaki hilafet makamına ve onun, Dini en tepe noktada temsil eden(?) Şeyhülİslam’ına nasip etmiştir. Bu Kutsal savaş, aynı zamanda, İslam Dünyasının Tevhidinin zaferidir. Bunun kanıtı, “Kurtuluş savaşı yapılmasa ya da kazanılamasa idi, İslam’ın Durumu Ne Olurdu?” Sorusunun Cevabıdır.
M. Kemal; elinde olmayan nedenlerle; dinin özüne döndürülmesinde, istediği kadarını yapamamıştır. Fakat “Aynı doğrultuda devam edilseydi, şimdi ne durumda olurduk?” sorusunun cevabını insafla verirsek; yapılanları küçümseyemeyiz.
Önce: M. Kemal’e bir “Kutsiyet ithafı” düşüncesinde olmadığımızın altını çizelim.
M. Kemal’in yaşamında, Kuran’ın yaşında bulunan, (19) kodu ile bağlantılar; 25’lerin üzerine çıkarılmakta, fakat bazılarının doğruluğuna itiraz edilmektedir. İtiraz edilemeyenlerin; 10 ya da 8’lere indiğini var sayalım. (19) kodunun bu boyutta olması, “Güzel bir tesadüf” değil midir? Bu güzel tesadüften, Yüce Allah’ın; Kitabına çıkarsız ve içtenlikle inanan kulları; “Atatürk’ün Din Düşmanı olduğu” iftirasına (ortak olmamak için) bir uyarı göremezler mi? Çıkarsız İnananlar, “İftira” ne demektir… Bunu iyi bilirler. Bu sorunun cevabının ciddi olarak düşünülmesinde yarar var kanısındayım.
Yüce Allah, Kitabına çıkarsız inananları, iftira etmekten korusun
Saygılar sunuyorum
KAYNAKLAR :
[k1] Bir Geri Dönüşün Mirası / Cemal KUYAY / Kazancı K. 1994
[k2] Türk Dili İle İbadet / Besim ATALAY / s:61-62 (dip not)
[k3] Açıklamalı Mehmed Akif Külliyatı (S:228-229)
[k4] Dil ve Din / Cengiz ÖZAKINCI / Otopsi 4.basım 2000
[k5] Bir Kuran Şairi / Ducane CÜNDİOĞLU / Birun 2000
[k6] Atatürk ve Din Eğitimi / Yrd.Doç.Dr. Ahmet GÜRTAŞ / D.İ.B. 6.bas. 1999
[k7] 27-28 Aralık 2003 Tarihli YENİÇAĞ gazetesi. Muhittin NALBANTOĞLU’nun Yazısı
Vural SAVAŞ’ın alıntısı.
[k8] http://sinanmeydan.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=417:akif-ve-atatuerk&catid=62:yazlar&Itemid=228
[k9]http://www.kurandakigercekislam.com/index.php/islam/20-ana-dilde-ibadet/5-ana-dilde-ibadet
DİP NOTLAR :
[1]“Heyeti vükelanın istifası nezd-i hümayun-ı hazreti zil-lullahide rehin-i kabil-i ali olarak yeni kabine derdest-i teşekkül bulunmuştur… bugünkü içtimada bulunmuş lan asakir-i şahanenin ve birlikte bulunanların bu işten dolayı hiçbir veçhile mesul ve muatab olmayarak haklarında afv-ı ali-i hazret-i padişahi şayan buyrulduğu…” Fermandan bir şey anladınız mı?
[2] http://www.kurandakigercekislam.com/index.php/islam/18-genel/6-hadis-konusu-ve-uydurmalar
[3] M.AKİF’in ünlü Sevr Hitabesi: Ey Cemaat gözünüzü açınız, İbret alınız. Kime hizmet ettiğinizi, kimin hesabına biri birinizin gırtlağına sarıldığınızı anlamak zamanı zannediyorum ki gelmiştir. Allah rızası için aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü böyle düşman hesabına çalışarak elimizdeki bir avuç toprağı da verecek olursak, çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur. Şimdiye kadar düşmana kaptırdığımız koca –koca memleketlerin halkı hicret (göç) edecek yer bulabilmişlerdi. Biz böyle bir akibete mecbur olursak, başımızı sokacak bir delik bulamayız… Sevr, bizim için Avrupa’nın hazırladığı bir ölüm fermanıdır. Onların bu tertiplerini (tuzaklarını) boşa çıkaracağız. Zafer bizimdir. [k7]
[4] En yakınında olanlardan Eşref EDİP’in, Vefası(!?) tipik bir örnektir. (1938-1959) arası yazdıkları birlikte değerlendirilirse çok şaşırtıcı çelişkileri kolayca görülebilir. Akif’in çeviri avansını, (1925’in 1000 lirası) kendisine verdiğini ve bunu iade etmediğini sır gibi saklarken; Yakılmadığını bildiği halde: “Yakıldı”; AKİF’e verilen avansın H.YAZIR tarafından iade edildiği halde, “Akif tarafından iade edildi”.. Yalanlarını söylemekte; Ölümünden 23 yıl sonra, Merhum Akif’i istediği gibi Düşündürmekte ve Konuşturmaktadır (Alıntılar [k5]den yapıldı)
“Tercümeyi (Türkiye ye hasta dönerken) Mısır da bir zata (Mehmed İhsan ef.) bırakmış, Ben sağ olur gelirsem, noksanını ikmal eder, ondan sonra basarız. Demiş. Eğer üstad sağ olsaydı, bu tercümenin tabına simdi başlanmış olacaktı.” (s:396/1938)
“İyileşir gelirsem, mümkün mertebe kusurlarını düzeltmeye çalışır, birde ‘kısa tefsir ‘ yazarım. Eğer gelemezsem bunu yakarsın! (s:---/19--)” “Tercümeye başladığı zaman, Kur’an ın Arapçasının kaldırılarak(!) yerine tercümesinin ikamesi ve namazlarda Türkçe okunulması meselesi yoktu. Akif bunu işittiği zaman...deli gibi olmuştu. ... mukaveleyi feshetti ve ... parayı geri verdi.” (s:417/19--) (N. ARTAM’ın makalesine,(s.414) makalede olmayan şeyleri varmış gibi göstererek cevap veriyor) “Bundan sonra..camilerde ve namazlarda ...bu eser okunacak. Hangi imam Arapça Kur’an ile namaz kıldırırsa...üç seneye kadar hapis cezasına mahkum olacak” (uydurma yorumunu yaptıktan sora) “Akif bunu sezdi... tüyleri ürperdi....tercümesini yaktırdı” (s.419/1949) “…Devrimciliğin o taşkın ve azgın devirlerinde (s.457) (1932 ramazanında İstanbul’un bazı Camilerinde Vaazlarda Kuran Meali okundu)” “doğruluğuna ...halkın itimat edeceği bir tercüme olursa....dinin ana temellerine yapılan bu korkunç ve feci İnkilabın..” (s.458/19--) (ve Akif’i düşündürüyor) “Meğer ben rabbime karşı ne büyük hata işliyormuşum, ne büyük isyanda bulunuyormuşum!.. Kur’an kalkacak benim tercümem onun yerine kaim olacak, kıyamete kadar müslümanlar bana lanet edecek” “eserini yakmaya karar verdi” (s.458) “Şerafeddin Yaltkaya ....bu korkunç ve feci inkilabı yapmak üzere (Diyanet İ.başkanlığına) getirilmişti.”
(ve iftiranın en adisi ve çıplağı) “O Hasan Ali (Yücel) ki, ayetler, sureler yazıldığı için din kitaplarını bütün memleketten kamyonlarla toplatıyor, polis karakollarında ayaklar altında parçalatıyordu” (s.461/1959)
(Yazar, konuya objektif bakmamasına rağmen, Akif’in gerçek düşünce ve davranışının Eşref Edibin yansıttığından çok farklı olduğu açıkça anlaşılıyor.)
[5] Diyanet İşleri Başkanlığı ile AKİF ve YAZIR arasında; 10.10.1925 tarihinde yapılan Noter Mukavelesi ile; Mealin yazılması görevi AKİF’e Tefsirin yazılması görevi YAZIR’a verilmiştir. (Detaylı bilgiler vardır.) [k8]